Altdorf'tan Lugano'ya yaklaşık 2 saatte indik. Dağların arasından birçok şehirden geçtik. Gottard tüneli var dı ki, tam 17 km. Evet dağın içinden geçen bir tünel. Git git bitmiyor.
Sıkıntı bastı bir ara, gözlerimi kapadım.
Gottard tünelinden geçtikten sonra, İsviçre'nin İtalyan kesimine girmiş olduk. Tüm levhalar İtalyanca'ya döndü, hatta etrafta ki mimari de değişti. Sanki İtalya'ya girdik. Lugano'da nerede kalacağımızı bilmiyorduk. Yolda giderken booking.com'dan fiyat aralığına göre otellerin küçük bir listesini yaptık. Lugano'ya girer girmez'de bu otelleri nasıl bulacağımızı bile bilemeden, baktık ki, Paradiso'dayız ve otellerin 2-3 tanesi Paradiso'da, ve ne hikmetse tüm sokak başlarında, sokak adları yazar gibi, otel adları yazılı. İşimiz o kadar çabuklaştı ki, bu işin bu kadar kolay ve çabuk olacağını tahmin bile edemezsiniz. Seçtiğimiz ilk oteli şehre girer girmez bulduk. Otel Calipso. Hemen girdik, fiyat sorduk, ama iki gece kalmak istediğimiz için , tek gecelik rezervasyonu kabul etmedik ve diğer yakınlarda ki oteli, İbis Otele yönlendik. Henüz 2 ay olmuş açılalı, gıcır gıcır bir oteldi. Resepsiyon bize, sadece o gece için yer olduğunu ve ertesi gün cumartesi olduğu için, çevrede ki hiçbir otelde yer bulmanın imkansız olduğunu açıkladı ve kazandı.
Hemen yerleştik ve yine kapımızın önünden geçen şehir turuna katılmak için odamızdan ayrıldık.
Odamızın penceresinden görüntü.
Otelimizin olduğu sokak.
İtalya'da olduğu gibi, bu bölgede de sıklıkla motor kullanılıyor.
Otelin kapısından başlayan gezi yaklaşık 45 dakika sürdü. 9 Frank kişi başı. Rehberimiz de çok yakışıklıydı hani. Bunu buraya not etmeden geçemeyeceğim :) Yüzlerce fotoğraf çekmişim. Benim aklım artık allak bullak. Bunları seçtim. Eşim daha güzel fotoğraflar vardı, keşke onları ekleseydin dedi. Ama artık ben fotoğraf aptalı oldum. Hedefim broşürleri de okuyup, daha detaylı bilgi vermekti, ama olmuyor vakit yok.
Burası resmi bir daireydi, kapısının önü motorsiklet doluydu.
Cuma günü öğleden sonra yollar bomboş.
Gezi trenimizin bir benzeri.
Bu gölde gemi turu vardı. Ama tercihimizi
otelin arkasında ki tepeye tırmanmaktan yana kullandık.
Otelimizin yakınında ki İtalyan Restaurantı,
tepeye olan gezi öncesi kahve molası,
ve sonrası sardalyalı pizza ziyafeti.
Gece de Melisa'yı otel odasında bırakıp , lugano gölünün çevresinde romantik bir gezinti yaptık. Ama Pizza öncesi ....
veeee..... San Salvatore tepesine yolculuğa başladık. Öncesinde neyle karşılaşacağımızı bilemeden bu trene bindik. Tren ama, tepenin yarısından sonra sanki bir asansöre bindik, ama trendi. Eğim 60 derece. Tren yoldan çıksa , Lugano gölüne ipini koparmış gibi uçardık herhalde. O eğimde çıkınca, herkes korku ve hayretler içinde birbirine bakıp gülüşüyordu. Yaklaşık 900 metre kadar tırmandık.
Eğimi buradan daha rahat görebilirsiniz. Bu merdivenlerden çıkarken bile başımız döndü.
Manzara bu ve bundan sonrası için buyrun seyre....
Bu tepeden fotoğrafları, yine birçok efekt kullanarak çektim,
ama en çok toy camera efektiyle güzel oldu.
ve şimdi, bu kilisenin tepesinden çekilen manzara daha inanılmazdı. Dünyanın merkezi gibi.
Hiç bitmesin diyeceğiniz bir büyü etkisi altında kaldık.
O noktada ki oksijen ve temiz hava, bizi gençleştirdi.
Bu resmimizi çok sevdim.
Ertesi gün, Ponte Teresa'ya yani biraz daha güneye doğru yola çıktık. Çok trafik olduğu için, ve park yeri sorunu olduğu için, semtin içine giremedik. Eski bir yerleşim yeriydi ve şu kapıdan gözüken avluda aklım kaldı. Biz tam İtalya sınırına inmişiz. Gümrükten geri döndük.
Bir balkonda domates ve fesleğen yetiştiriyorlar.
ve süpriz... :) etekle motorsiklete binmek hele ki abiye bir ayakkabıyla....
Bundan sonrasında yine Lugano'da ki Swiss miniatur'la devam ediyoruz...
Türkiye'de ki miniatürk gibi.
Yorumlar
Yorum Gönder